Bir Öykü - Zaman
Acı, ne kötü, diye düşünürdüm hep. Acıyı veren insanlardan uzak, vereceği acıyı parametrelerle belli eden makinelere yönelmiştim. Kalbi olmadığı düşünülen insanlara 'robot' dendiği için gerçek robotları 'kalbi olmayan insan' olarak görmeye başlamıştım. Mesleğim neticesinde, insandan çok onlarla konuşmakta, değiştiremediğim her insanın acısını çıkarırcasına ayarlarıyla oynamaktaydım. Artık dostum, hayatım makineler olmuştu. Soğuk atmosferden saklandığım bu dört duvarlı kutumun içi onlarla doluydu işte. Yine sabaha merhaba bile demeden, alelacele güne başlamış, sanki yıllardır üzerinde çalışmıyormuşum ve çocuksu bir aceleyle, hemen bitmesi gerekiyormuş gibi hesaplarıma gömülmüştüm. Benim için bu hesaplar hayatımın amacıydı. Bu hesaplar hayatımın kurtarıcılarıydı. Ben, 38 yaşında, sıradan bir isim ve aptal bir suratla, dünyada bir ilki başaracak, geleceğime ve geçmişime yolculuk edecektim. Önce geleceğime gitmekti planım, böylece başıma gelecekleri, tüm hareketlerimin sonuçlarını öğrenecektim. Gelecek kendimin içine işleyecek, ruhunu çürütecek tüm ızdırapları daha tanımadan yabancılaştırmaktı amacım. Sonra geçmişe dönecekti yolum, ve tüm hatalarımı düzeltebilecektim. 20 yıl olmuştu. 18 yaşımda H.G. Wells'in Zaman Makinesi kitabını okumuş, zaten ilgim olan uzay ve zamanı bükme hedefini en derinlerimde, bir köşeye yerleştirivermiştim. Hedef ve arzularım, pişmanlık ve acı ile tanışıp somut eylemler şeklini almıştı. 10 yıl önce bugün, başardım sandığım oldu. Heyecanlıydım, ellerimdeydi, gelecek, geçmiş, zaman, şu alet edevattan nasır tutmuş ellerimdeydi. Ellerimi havaya kaldırıp avuçlarıma baktım. Yavaşça elimde gerçekten bir madde varmış gibi parmaklarımı avucuma toparlayıp, sıkarak, yumruk haline getirdim. Şimdi zamanı tutuyordum. 10 yıl önce neredeyse ulaştığımı sandığım başarımı alıp küllere dönüştüren ateş fırtınası, yangın, geciktirmeseydi çok daha erken tutacaktım zamanı. Şimdi ise bırakmak asla niyetlerim arasında değildi. Bırakırsam son nefesimi verecekmişim gibi sıktım yumruklarımı.
Geçmiş, şimdi, gelecek. Ne güzel olurdu her birinin içinde, çiçeklerle dolu bir bahçede sekercesine gezmek. Ne güzel olurdu hatalar yapmamış olmak. Vicdanın ağır yükünü, sonuçların sillesini, hüznün keskin parçalarını yabancı görmek. Ne güzel olurdu unutmak ya da hiç yaşamamış olmak.Bugün, yarın olacağımdan daha yaşlıydım. Bu yüzden icat ettim bu makineyi. Ruhumu gençleştirmek için.
Son tuşlarına basışımı, provasını binlerce defa yaptığım gibi yapıyorum. Dilim, gerilerek incelmiş dudaklarımın mühürlediği ağzımda,gerilere doğru çekilmiş, ellerim benim değil de başkasının elleri gibi, heyecanı bile hissedemeyecek kadar heyecanla izliyorum yaptıklarımı. Son defa tuşlara basıyorum. Son defa kabine kendi zamanımda giriyorum. İlk defa buradan gidiyorum.
---
Bilincim yerine geldiğinde kabinimin kapısı, sanki sıradan bir kapı gibi açık, yeni dünyayı bir dikdörtgen çerçevesiyle gösteriyor. Arkama yaslandığım yerden kalkmadan önce tüm parçalarım benimle mi diye kontrol ediyorum. Kollar, boyun, bacaklar ve heyecanım. Şimdilik tam parça hissederek ve daha fazlasını keşfetmek isteyerek, kabinden dışarıya, yeni dünyaya ilk adımımı atıyor, kendimi aynı odada buluyorum. Odanın eskimiş olduğunu gördüğümde kendimi gülmekten alıkoyamıyorum. Her ayrıntısına bakıyor, her anısını anıyor, şahit olmadığım anıları hayal ederek gülüyorum.
"Seni bekliyordum" diyorum. Hayır ben demiyorum. Ama benim sesim diyor.
Karşımda, yıllardır hesaplarımı yaparak omurgamı iyice eğdiğim, bel ve baş ağrımın kaynağı, tüm hesap kitap işlerimi gördüğüm masada, yaşlıca bir 'ben' oturuyorum.
"oturmaz mısın?" diyorum. Diyor.
Gözlerim ilk defa kendimi aynada değil de gerçekten görmenin etkisi altında, bir aşağı, bir yukarı, bir ayrıntılara bir de genel tabloya bakarken yavaşça masaya yaklaşıyorum. Ben ileride gerçekten böyle mi görünecektim? Neden olduğunu bilmesem de gülüyorum. Aralık olan ağzımı kapatmayı yeni akıl ederek, karşısına, karşıma oturuyorum.Ve Konuşuyorum;
"Bu kadar mutlu olduğunu görmek bana silik anılarımı hatırlattı. Ama şimdi o makineye binip geri gideceksin. Bunu kendi isteğinle yapacaksın. Evet doğru duydun. Hayır itiraz etme, neden gitmen gerektiğini anlatacağım sana ve sen de gitmek isteyeceksin. Ben istedim." diyorum gelecekten.
"Anlamıyorum" diyebiliyorum şimdi ancak.
"Anlatmaya başlayayım öyleyse. 38 yaşımızdasın değil mi?"
"Evet"
"Ben 58 yaşımızdayım"
"Biliyorum"
"İlk zamanda yolculuk yaptığımızda kaç yaşımızdaydık biliyor musun?"
"İlk defa zamanda yolculuk yaptım zaten, şu an, bu yaşımda."
"Hayır. İlk defa zamanda yolculuğu keşfetmemiz, tam 10 yılımızı aldı. 18. yaşımızdan beri bu anı bekledik, ve ilk defa 28 yaşında, hareketlerimizin sonunu ve sonucunu öğrenmeye, geleceğe yolculuk ettik. Benim şimdiki zamanıma."
"Hayır, 28 yaşımda keşfettiğimi sanmıştım ancak tüm hesaplarım bir yangında yanmıştı ve her şeye baştan başlamıştım."
"Onları sen yaktın"
"Hayır" dedim, bu gerçek olamayacak bir gerçeğe edilen itirazdı. Tekrar ettim, "Hayır".
"18 yaşımızdan beri hatalar yaptık, hayatımızı harcadık ve de küçük amaçlar uğruna, küçük insanlar tarafından harcandık. İnsanlar küçük, acı onlara görece büyüktü. Küçük insanlar yüzünden büyük sandığımız acıların aslını göremedik. Gözümüzde acı o kadar büyüktü ki kendimize bir amaç edindik sevgili dostum. Evet sen benim en yakın dostumsun. Sana duyduğum sevgiyi tanımak ve kucaklamak için işte tam bu yaşıma gelmem gerekmiş. Ne demek istediğini biliyorum, artık zaman elimizde, istediğimizi istediğimiz zaman yapabiliriz. Hayır sevgili dostum. Durum bundan çok daha farklı, çok daha uzak."
"Öyleyse anlat bana. Bilmek istiyorum"
"Bugün, sadece sen zaman makinesi icat etmedin. Bugün ben de zaman makinemizi icat ettim. Bu yaşa vardıktan sonra, senin gibi geleceğimi bilmeye değil de geçmişimi düzeltmeye heves duydum. Annemizle son kavgamızı hatırlıyorsun. Her şeyin, ölümünden hemen önce ona sarf ettiğimiz sözlerin vicdan yükü ile bağlantılı olduğunu biliyoruz. Bu yükü buraya,"
işaret parmağımı masaya vurarak sözlerime devam ettim yaşlı halimle,
"bu zamana kadar taşıdık işte. Uzaklara fırlatabilmek ve artık özgür olmak için. Geçmişimize gittim sevgili dostum. Geçmişimizi gördüm. Hayır, bana senin de gördüğünü söyleme, yaşlıca bir adamım ben, gördüklerinden fazlasını görmüş, bildiklerinden fazlasını biliyorum. Gözlerimi değiştirdi bütün bunlar. İnsan değişince gözleri, dolayısıyla gördükleri değişir. Tekrar gördüm ben geçmişimizi."
"ne gördün peki?"
"Yükümüzü, ve yükümüzün oluşturduğu biçimi hala koruduğumu. Yükümüz olmadan bir biçimimiz olmayışını. Ezilmemiş, büzülmemiş, biraz olsun kırılmamış, çizilmemiş ve kırışmamış. Hiç bir hasarı, yani ilginç hiç bir yönü olmayan. Farklı günlerdi o günler, dönmeyi çok istediğimizi sandığımız, ancak bozulmasında artık şairane bir güzellik gördüğüm gençliğimizin günleriydi. Bu bozulmuş form, bambaşka bir şekil oluşturmuş, artık başkası olmuştuk. Bunu kötü sandık dostum. Aslında tek insan değil de birden fazla insan olduğumuzu kabul edemedik. Benim zaman makinesini bugün 3. icat edişim olduğunu öğrendim. İlk defa 28 yaşımızda da icat etmiş, geleceğe, bana, şimdiye gelmişiz. Şaşırdın mı? Bir de bu sabah uyanınca beni hayal et. Saklanma konusunda da pek beceriksiziz, kendimizi yakalamam o kadar kısa sürdü ki neredeyse gülebilirdim, eğer o kadar şaşırmış olmasaydım. Tüm ömrümü bu makineye harcamış, geçmişime gitmiş, yaşadığım her bir acı ve güzelliği yaşamam gerektiğini anlamış, beni oluşturan hiç bir izi biraz olsun değiştirmek istemeden dönmüştüm. Bu yaşıma kadar da bu makineyi bulmadım sanıyordum ki, meğer bulmuşuz. Neyse, 28 yaşındaki biz geldi, tüm toyluğuyla, artık güldüğüm acılarıyla, hüzünlü şakalarıyla karşımdaydı işte. Bir bira ısmarladım tabi ne yapacaktım. Severdik o yaşta hatırlasana. Ah eski günler. Her neyse devam edeyim. Ben geçmişimizi değiştirmekten vazgeçmiştim de geçmişim bundan vazgeçmemişti. Bir güzel içtik ve sohbet ettik ama sana 20 yıl sonra öğreneceğin ayrıntıları anlatmayacağım. Biz, bizi çok sevdik. Ben toyluklarımı, ve hala hissedebilmemi, o da güçlü ve bilge oluşumu, her acıda güzellik görebilme yeteneğimi. Birbirimizde beğendiğimiz her şeyi zaman vermişti bize. Bana hayalindeki kendini anlattı. Biliyordum tabii, ancak bozuntuya vermedim. Hayallerimiz güzeldi, ama hayallerimiz biz değildi. Ve bana ne söyledi biliyor musun? Hayalinden de iyi olduğumu. Acılarla dağlanarak zırhını güçlendirmiş, nezaket ve sevgi ile yumuşak, akıl ve tecrübe ile bilge olduğumu, hayal edebileceğinden öte öleceği için mutlu olduğunu söyledi bana. Velhasıl kelam, biz hiç bir şey değiştirmedik sevgili dostum. Değiştirseydik, biz biz olmazdık. Sen de bir şey değiştirmeyecek, çünkü bizi seveceksin."
"Anlıyorum dostum." dedim, farkına varmadan kendimi dostum görerek, "Ve seni sevdim ancak eğer şimdi buradaysam, nasıl ilk defa bu yaşta makinemizi bulduğunu söylüyorsun?"
"Seninle küçük bir yolculuk yapacağız sevgili dostum" dedi.
---
Kendi zamanıma gelmiş, yaptığım hesaplar ile yarattığım olası tüm yaşamlarımızı döktüğüm kağıtları toparlamıştık. Elinde benzin, elimde çakmak bekledik. Bir saniye olsun pişmanlık duymadan, hiç bize ait olmamış tüm ihtimalleri yaktık. O hayatların hiç biri bana ait olmamıştı, olmayacaktı. Hiç biri ben olmamıştı, olamazdı.
Elinde, hafızamı silmeye yarayacak aletin yapımının fikrini verecek yazıların olduğu bir sayfa tutuyordu. Yanan kağıtlarım arasından kurtulmuş gibi yere fırlattı kağıdı. Hafızamı silmeye yarayacak aletin kendisi ise diğer elindeydi.
"Seni seviyorum dostum" dedi.
"Ben de seni sevdim dostum" dedim.
Gülümseyerek son sözünü söyledi,"Biraz acıtacak. Ama göreceksin, acı, güzeldir."
---
Gözlerimi açtığımda yerde uzanıyor, sıcaklığın dalgalarını bedenimin sağ tarafında hissediyordum. Yangın! yangın vardı! 10 yıl önceki gibi, yine yangın vardı. Kalkmaya çalıştım ve başımdaki büyük acıyı hissettim. Tıpkı 10 yıl önce olduğu gibi. İtfaiyeyi aramış beklerken kovalarıma su dolduruyordum. Kağıtlarım arasından, ne zaman yazdığımı anımsamadığım bir parça kurtarabilmiştim ancak. Başımın ağrısından işim daha da zordu. Elimi başıma götürdüm ve acı ne kadar kötü, diye düşündüm.
Yorumlar
Yorum Gönder
Peki sen ne düşünüyorsun?