Bir Öykü - Düşünce
Herhangi bir şey. Herhangi bir şey yazmalıyım. Yoksa gerçekler akıp gidecek ve bir tanesini bile hatırlayamayacağım. Hangisinin doğduğum dünyada hangisinin yarattığım dünyada gerçekleştiğini bilmeme rağmen iki taraf da benim gerçekliğim. Sadece birini unutmak isterken hatırlıyor, diğerini hatırlamak isterken unutuyorum.
Bugün tekrardan muhafazakar ailemin dayattığı kurallar çerçevesinde yaşamak zorunda olduğumu, tanıştığım tüm erkeklerin beni cinsel bir obje olarak gördüğünü, arkadaşlıklarımın onlara sağladığım sahte faydalarla yanımda kaldığını, aslında gerçek sevgi nedir görmediğimi, gerçek sevgiyi göreceğimi sanarak nasıl benliğimi gizlediğimi, insanları tatmin etme çabasının nasıl özümü öldürdüğünü, şiddetleri ve tacizleri, aldatma ve ihanetleri, yalan ve ikiyüzlülükleri, başarı için kötü olmam gerektiğini, başarılı olamadığım sürece değerimin olmadığını, güzelliklerin kötülüklerden doğduğunu, güzel davranışın kötülük doğurduğunu, en kötüsü de her şeyin farkında olmama rağmen hayatta kalma iç güdümü dinlemek zorunda olarak her gün uyanıp nefes almam, konuşmam, yürümem, gülmem gerektiğini, tüm bunları gözümü açtığım dakikadan rüyalarıma dalana kadar tekrar tekrar yaşamam gerektiğini, unutmak istedim.
Elimde olsaydı uyuşturucu bağımlısı olur ve ölene kadar zihnimde mutlu yaşar, ellerimle kısalttığım ömrümü tüm bu gerçeklerin ağırlığını kaldırmadan yaşardım. Elimde zevk verici maddelerden sadece nikotin ve kafein vardı. Alkol almaya param, uyuşturucu almaya bağlantım, ilaç almaya akıl hastalığım yetmiyordu. Ailem de zaten ne para veriyor ne arkadaş edinmeme fırsat tanıyor ne de bir doktora görünmem gerektiğini düşünüyordu.
Ailem de basit insanlardı aslında. Çocuk sözünü dinlerse para ver ve iletişim kurma, sözünü dinlemezse para verme ve fiziksel ile sözlü şiddet uygula. O kadar çok dertleri vardı ki, kendi tohumlarının büyüyerek zihin, karakter ve duygu kazandığını fark edecek kadar umursamıyorlardı. Bu kadar dertli insanlar için her şey temel düzeydedir. İhtiyaçlar, beslenme ve barınma, üreme ve hayatta kalma üzerineydi. Ne yaparlarsa, barınma, beslenme, üreme ve hayatta kalma üzerine yaparlardı. Bunun için uyanır, bunun için çalışır bunun için sevişirlerdi. Görünüşe göre neredeyse hiç biri bunları neden yaptığını sorgulamıyor, sorgulayanlar da din gibi hazır cevaplara konuyor, hiç bir zihin performansı göstermeden temel ihtiyaçlar peşinde koşmaya devam ediyorlardı.
Temel ihtiyaçlarını karşılamış insanlar da vardı pek tabii, onların düşünmeye ve sanat icra etmeye vakitleri olurdu. Düşündükçe sorgular, sorguladıkça fark eder, fark ettikçe bir işlere meylederlerdi. Onlar duyguların da, zihinlerin de, bedenlerin de başka ihtiyaçları olduğunu bilirler, bazen sevgi, bazen neşe, bazen macera ve bazen aşk peşinde koşarlardı. Peşinde koşulan duyguları almayı başaran insan, duyguyla dolar ve sanat ile taşardı.
Ne temel ihtiyaçların peşinde koşanların diğerlerini, ne de düşünce ve duygu peşinde koşanların diğerlerini umursadığı görülür. Herkese göre kendi ihtiyaçları insanlığın da nihai ihtiyacı gibi gelir. Özgürlüğünü elde edememiş veya kendi başına elde etmiş insanlar, tüm insanların özgürlüğünü savunmaya adarlar kendilerini. Aşk arayanlar sadece sevgilileri görür, sanat arayanlar ise dünyayı. Bir kuru ekmek arayanlar da varken, onlar için besinden daha önemli ne olabilir ki? Kendini evde hissetmeyenler bir yuva, kendini yalnız hissedenler bir dost, imkanlar isteyenler para peşinde koşar, kendi amaçlarının en önemlisi olduğuna da ikna olurlar. Tüm ihtiyaç ve amaç farklılıkları bir noktada birleşir ki, o da insanların istediklerini elde etmek için ezmeyeceği insan olmayışıdır. Birbirleri üzerine biner ve kule oluştururlar. Her seferinde daha üste çıkan birileri olduğundan kimse zirvede kalamaz. En üste ulaştığını sanan kimseyi ya ölüm ya da hayat elbet ya yukarı ya da aşağı çeker.
Birbiri ardına dibe vuran, birbiri ardına tırmanan insanların doğası hiç değişmez. Dolayısıyla süreç de kendini tekrar eder. Ne zaman veya nerede başladığı bilinmeyen bu süreç, ne zamana ve nereye kadar devam edecek bu da bilinmez. Ve insanlık uydurur. Dinler, mitler, inançlar, fikirler. Temelde değişmez bir doğa, sürekli değişir ve gelişir. Temel ihtiyaçlar ve prensipler hep aynı kalırken insanlık birbirinden farklı olabilmek için yoldan saparlar. Doğa dallanır ve budaklanır. Hep bir kaynaktan gelse de çok farklı yerlere gider, bazen hepsi birleşip bir anlam ifade edecek ya da hepsi sonsuzluğa bir resim çizecek gibi gelir.
İşte saat 04.00 oldu. Düşünmeye ve oda içerisinde bir ileri bir geri yürümeye başlayalı üç saat olmuş. Bana ancak bir yarım saat gibi geldi. En son hatırladığım şey, ev sakinleri olan ailemin uyumasını beklemem, daha sonra büyük bir kupa kahvemi içerken bir sigara yaktığımdı. Unutmak istediklerimizi, en hızlı, onları yeterince düşündüğümüzde unuturuz. Kahvemden aldığım birkaç yudum ve sigaramdan aldığım birkaç nefes sonrası tüm hayata dalmış, böylece gerçek hayattan çıkmıştım. Tüm insanlığın içini gördüm ve evrende yüzdüm. İşte tek başınıza bir ileri bir geri yürümeye başlar ve zihninizin konuşmasına izin verirseniz, size rüyalardan daha gerçek, gerçeklerden daha hayal deneyimler yaşatabilir.
Öyle ki düşünmemi durduramadığımda bedenim düşünce hızıma yetişmek ister gibi yerinde duramaz ve harekete geçer. Bir bakmışsınız ayağa kalkmış yürüyorum. Bedenim hareket ettikçe zihnim de hareketlenir ve duyularımı ele geçirmeye başlar. Bize göre dünya duyularımızla algıladığımız kadar ise, duyularımı kaplayan zihnim beni bu dünyadan alır ve uzaklara götürür. Gözlerim önümü görmez, burnum koku almaz, sesleri duymam ve dokunsanız hissetmem. Gözlerimin önüne inen kara perde arka planda, duygularım görselleşmeye başlar. Hisleri görebilir, bir fikrin mantık örüntüsüne dokunabilir hale gelirim.
Zihnim önce var olanlarla uğraşırken, sıkılır ve var olmayanı üretmeye başlar. Muhafazakar ailem gider, çıkarcı insanlar yok olur, yerlerine dost ve aile kavramını gördüğüm gibi yaşatanlar gelir. Ben nasıl birine dost, nasıl birilerine aile diyorsam, kendime onları üretirim. Çok hüzünlü bir süreçtir bu aslında. Hayatında elde edemediklerini, bir başka hayatta üretmeye çalışmak. Ama ne zaman ki bu hayatı sizin ürettiğinizi unutur ve içine dalarsanız, o zaman bu hayat sizin gerçekliğiniz olur.
Benim dostlarım, bir sevgilim ve ailem var. Benim içten dostlarım, sevgi oldu bir sevgilim ve anlayış sahibi bir ailem var. İhtiyacım kadar param, sağlığım ve başarım var. Burada ben onaylanıyorum. Burada benden korkulmuyor, bana tiksinti duyulmuyor, kimse beni susturmaya veya değiştirmeye çalışmıyor. Ben burada var olabiliyorum. Yaşam bir müzik ve notalarını ben yazıyorum. Şarkım ahenk ile duyulduğunda kendimle gurur duymaya cüret edebiliyorum.
Derken bir yüksek ses, bir insanın varlığı veya yürümekten acıyan bacaklarım beni gerçeğimden çekip alır. Sadece dakikalar geçirdiğimi sandığım gerçekliğimde saatler geçirmiş olduğumu fark ederim ve yine de yetmez. Varlığını inatla reddettiğim, sahte olduğuna inanmak istediğim bu yaşamda ise pislikler vardır. Tekrar pislik içindeyim. Bir de bana tonlarca görev verir bu yaşam. Yaşamın gerçek olduğuna inanmak istemiyorken, benden talep ettiklerine nasıl gerçekmiş gibi davranabilirim? Eğitim, iş, insan ilişkileri ve temel ihtiyaçlar. Ne kadar zorlasam da kendimi, bu yaşamın gerçek olduğunu ve görevlerim olduğunu söylesem de kendime, hepsinden uzaklaşmak bir zihin uzağımdayken nasıl burada kalabilirim.
Babam bana vurmak için üzerime ilerlerken, annem bana hakaretler ederken, hareketler yavaşlar ve sesler boğuklaşır. Gördüklerim ile duyduklarım uzaklaşır ve bedenim ile hayatıma ne olduğunu artık umursamam. Bana göre gerçek olmayan bu yaşam, zorlaştıkça evime giderim.
Ben de aptal değilim tabi. Hangi dünyaya doğduğumu biliyorum. Doğduğum dünya ruhumu parçalamak istediğinde, elimdeki tek kalkan gerçekliğimi değiştiren zihnim olur.
Zihnimde binlerce ses vardır. Her tanıştığım insan ve öğrendiğim her fikir içimde yaşamaya devam eder. Bazıları ile sıkça konuşuruz. Bu hayatta bir defa sohbet ettiğim bir kadınla zihnimin dünyasında binlerce defa tekrar konuşurum. Onun düşünceleri ve karakteri sabit kalır ve ben cevapları dünyanın çevresinde dönen ay gibi onun fikri etrafında dönerken her açıyı yakalamaya çalışarak edinirim. Bir anı asla bir anı olarak kalmaz zihnimde. Onu tekrar tekrar, hayal gücümün üretebildiği her açıyla bir daha yaşarım. Başlangıç noktaları, süreçler, paraleller, olay ve fikirlerin zincirleri, bağları, dalları, kendi güneş sistemleri gözümün önünde şekillere bürünür ve her şeyi kendi renginde görebilirim.
Bilinç tek başına yeterli olmadığından, daldığım bu hülyalarda bilinçaltımın tasmasını çıkarırım. Kullanmayı bilmediğim kanatlarım bilinçaltı fırtınası içinde akıma kapılır, farkında olmadan bildiklerim ile beni havada tutar. Her zaman bir insanın en güçlü gücü bilinçaltıdır fikrimce. Anne karnından çıktığım andan, son göz kırpışıma kadar tüm bilgileri ve verileri toparlayan, bilmediğim formüllerle hesaplayan bilinçaltım, benim bilmediklerimi bilir, fark etmediklerimi hissettirir. Kimileri buna sezi veya his demeyi sever. Hislerinin kuvvetli olduğunu iddia ederler. Başlarının içinde bir bilgisayar taşıdıklarından habersizdir insanlar. Ve bilgi ile beslemezler. Böylece aptalca verilmiş kararlar ve kötülük ile işlenen eylemler doğar. Oysa tezatlıklarda ilim vardır. Bir fikrin veya hissin kendisi ile tam karşıtını ele alan insan, iki ucu bilinen bu çizgi ile diğer bir çok çizgiyi birleştirerek bir harita oluşturabilir. Böylece bilinçaltı hiç bir yerde bulamayacağınız cevapları sizin için üretmeye başlar. Bu işin sonu da yoktur. Ne kadar beslenirse bilgi ile, o kadar üretir. Gittikçe doğruluk payı artar ve sonunda bilgelik başlar. Ki bilgeler ne kadar bilmediklerini bilerek net kurallara varmadan ömürleri boyunca bilinçaltı işlemcisini beslemeye devam ederler.
Bu yazıya nasıl başlamıştım? Kaç saat daha yürüdüm? Ellerim, kollarım ve bacaklarım neden yorulmuş? Saatlerce konuşma yapmış gibi susuzum. Keşke şimdi uyandığım bu hayatı unutabilsem ve saatlerdir içinde yaşadığım fikirleri hatırlayabilsem. Sanırım uyumam gerek. Uyandığımda tekrar zihnime inmem ve tekrar yorulana kadar yaşamam gerek. Hayır doğduğum gerçeklik beni incitirken burada yaşayamam. Ya arzuladığım sonsuz uykuya yatmalıyım ya da zihnimde yaşamaya devam etmeliyim. Öyleyse hadi, birkaç tur daha yürüyelim.
Bilinç akışı tekniğini de, okudukça kendini açan yazıları da hep sevmişimdir ama bu yazıda dikkatimi çeken ve beğendiğim için vurgulamak istediğim bir nokta, yazının akışında düşünce farklı konulara ve bakış açılarına evrilse de geçişler o kadar yumuşak ve kelimeler birbiriyle öyle bir uyum içinde örülmüş ki farklı bir olay üzerinde düşünmeye başladığınızı ancak biraz önce okuduğunuz kısımı tekrar hatırladığınızda fark ediyorsunuz.
YanıtlaSil